Başarıya ulaşmanın formülleri

“Başarısızlık yapamamak değil, yapamayacağını sanmaktır. Bizi düşüncelerimiz sınırlamazsa hiçbir yaratık sınırlayamaz.” Muhammed Bozdağ

 

1. Büyük Düşünmek:

Kaderimizin kanunu şudur: Düşünceler eylemlere yol açarlar. Eylemler alışkanlıkların nedenidir. Alışkanlıklarımız bizim karakterimizi, kişiliğimizi belirler. Karakterimiz ise kaderimizi örgüleyen en önemli nedendir. Yaratıcımız geleceğimizi belirleme gücünü bize vermiştir. Herkes yürüdüğü yolun sonunda var olana ulaşır. Tırmandığınız merdivene bakarak sonunda nereye yükseleceğinizi anlayabilirsiniz. Dolaysıyla büyük sonuca giden yol büyük düşünceden başlar.

Hayat nehri Kızılırmak'tan daha kıvrımlı, Niagara'dan daha akıntılı ve tehlikelidir. Niagara nehri boyunca ilerlerken, bazı akıntı kollarının sizi inanılmaz güzelliklerle dolu vadilere götürdüğünü görürsünüz. Ama bazı kolların ucunda sonu ölüm olan şelaleler vardır. Tehlikenin başına geldiğinizde artık her şey bitmiş olur. Sona gelmeden önce yolunuzu değiştirebilirsiniz. Çoğu zaman geç kalmış olmazsınız. Ama bir gün gelir her şey bitmiş olur. Tedbir almazsanız geleceğiniz öyle bir ölüm bataklığına saplanır ki yeniden dirilmek için ne bir çaba gösterebilirsiniz, ne de göstereceğiniz çaba geleceğinizi kurtarabilmek için yeterli olabilir.

Büyük olduğunu düşündüğümüz insanların çoğu çocukluk yıllarını bizden daha ağır şartlarda geçirdiler. Ağır hastalıklarla boğuştular, yetim kaldılar, çevreleri tarafından terk edildiler. Bazılarının geri zekalı olduğu düşünülüyordu. Açlığı, fakirliği çektiler. Onların isimlerini tarihe altın harflerle yazdıran sırrı biz neden kullanmayalım?

Anthony Robbins küçük düşündüğünde bir otel görevlisiydi. 21 yaşında bir genç olduğunda, aniden büyük düşündü ve on yıl içinde hayatı hayal edebileceği kadar hızlı bir yükselişe geçti. Şimdi milyonlarca insan onu örnek almaya çalışıyor.

"Büyük Düşünmenin Büyüsü" isimli kitabında Dr. David J. Schwartz ilginç bir tespiti aktarıyor. Amerika'da büyük bir şirketin işe alma bölümüne başvuranların durumu çok çarpıcıdır. Şirketin yılda 10 bin dolar ödediği işlere başvuranların sayısı, yılda 50 bin dolar ödenen işlere başvuranların sayısından 50 ile 250 kat fazlaymış. İnsanların çoğu daha ucuz işlere başvuruyorlar. Bunun anlamı açık: Yola yüksekten başlamaya cesaret edemiyoruz.

Siz işe girmeye karar verdiğinizde hangi görevler için başvurursunuz? Çoğu kimse "bir iş olsun da ne olursa olsun" anlayışındadır. Az istediğiniz için kaderiniz size az veriyorsa niçin ona küsüyorsunuz? İnsanların çoğu büyük işlere layık olmadıklarını düşünürler. Kendilerine güvenmezler. İnanılır gibi değil.

Vanlı bir çocuk tanırım. Öğrenim görmek için Ankara'ya geldiği zaman, şehir içi otobüs bileti alacak parası yoktu. Öyle ki eski Ankara terminalinden Demetevler semtindeki arkadaşlarının evine bir gece yarısı iki saat yürüyerek gitmek zorunda kalmıştı. O genç Anadolu'nun tertemiz ruhunu yansıtıyordu. Onun hakkında inanılmaz bir gelecek beklemiyordum. Küçük bir tezgahın başında ticarete başlayan Kayatürk şimdi her ay milyarları yönetiyor. Büyük düşünmeyi öğrenmeseydi, işini bu kadar büyütebilir miydi? Kader herkese istemeyi bildiği kadarını vermiştir. Düşünsenize, niçin kaderin sahibi: "Dua edin cevap vereyim." "Dua etmezseniz ne öneminiz var." Diyor?

 

 “Mutluluk, güzelliklerin içinde doğanların değil, çirkinliklerin bile güzel yanlarını keşfedebilecek kadar güzellik kaşifi olanlarındır.” Muhammed Bozdağ

 

2. Coşkunuzu Güçlendirin

Coşkunuzu güçlendirmek için önerdiğimiz yollardan sonuncusu konuşmalarınızda “güçlendirici” kelimeleri kullanmanızdır. Olumlu yük taşıyan güçlendirici kelimeleri her kullanışınızda ruhunuzun güçlendiğini görürsünüz. Dinleyen herkes güçlü kelimelerinizin etkisiyle sizde sihirli bir güç olduğunu sanır.

Güçlendirici kelimeleri kullandıkça manevi gücünüzün, özgüveninizin, coşkunuzun arttığını göreceksiniz. Bu kelimeler, onları her tekrar edişinizde sizi daha güçlü ve etkileyici gösterecek. Dahası mıknatıs gibi bir çekiciliğe sahip olacaksınız.(Güçlendirici kelimelerin altı çizilmiştir)

Başarı için dayanma gücüne, cesarete ve özgüvene ihtiyacımız var. Küçük bir engel karşısında hemen ümitsizliğe kapılan, kendini çaresiz hisseden bir insanın durumu çok acıdır. Oysa büyük kelimeler hayatımızı aniden değiştirebiliyor. Öyle ki en zayıf olduğunuz anda güçlendirici kelimeleri beş dakika tekrar ederseniz tüm duygularınızı değiştirebilirsiniz. Zihniniz, duruşunuz, yüz hatlarınız değişir(Zayıflatıcı kelimelerin altı çizilmiştir)

Büyük ve güçlendirici kelimeler arasından en önemlilerini size aktarmak istiyoruz. Bu kelimeleri ve bunların eş anlamlılarını sık sık kullanın. Kendinizi ve yaptıklarınızı bu kelimelerle tanımlayın. Çılgınca tanımlayın:

Enerji yükü en fazla olan güçlendirici kelimeler:

“Büyük, farklı, şimdi, hızlı, fırsat, harika, bedava, kazançlı, yeni, kolay, heyecan verici, kesin, canlı, güzel, temiz, ilginç, muhteşem”.

Diğer güçlendirici kelimelerden bazı örnekler:

Sır, başarı, zafer, yapmak, cesaret, önem, sevgi, saygı, barış, oyun, gülmek, yardım, vermek, yükselmek, eğlenmek, sevinmek, coşmak, kahramanlık, şeref, dürüstlük, tazelik...

Bu kelimelerin her birinin eş anlamlısı olan onlarca kelime bulabilirsiniz. Büyük kelimeleri diğerlerinden ayırmalı ve onları her fırsatta yüzlerce kez tekrar etmeliyiz.

Eş anlam açısından size bir örnek vermek istiyorum. "Büyük" kelimesinin yaklaşık eş anlamlıları arasında "Heybetli, kocaman, koskoca, çaplı, cesametli, devasa, muazzam, çarpıcı, azametli, ihtişamlı, muhteşem, şahane, haşmetli, görkemli, göz kamaştırıcı, göz alıcı, yüce..." gibi kelimeler yer alır.

Bu kelimeleri kullanarak kendinizi tanımladığınızda neler hissetmeye başladığınızı, gücünüzün nasıl devleştiğini göreceksiniz: İsterseniz bunu hemen şimdi yapın ve nasıl kudretli bir padişaha dönüştüğünüzü görün:

"Kendimi muhteşem hissediyorum. İnanılmaz harikalıkta işler başardım. Ben son derece güçlüyüm. Son derece başarılıyım. Harika bir insanım. Başarmak çok kolay. Ne kadar zevkli işler yapmışım! Şimdi mükemmelleşiyorum. Azamet ve heyecan kuşatıyor beni. Gücün ruhumda dolaştığını görüyorum."

Bu sözleri, bunlara benzer cümleleri kendiniz hakkında yüzlerce kez tekrar edin. Kanatlanıp uçmaya başladığınızı göreceksiniz. "Hayır yalan söylüyorsunuz" diyecek size çevreniz. Ruhunuzun derinlerine fısıldayan şeytandan aynı olumsuz telkinleri işiteceksiniz. İnsanlar kendi yalanlarının kurbanı oldular. Yıllarca kendimize yalanlar söyledik. Güçsüz olduğumuzu, bahtsız ve başarısız olduğumuzu söyledik. Şimdi söylediğimiz bu yalanların esareti altında inliyoruz. Ne olurdu birileri çocukken bize bizi uçuracak yalanları nasıl söyleyeceğimizi öğretseydi.

"Sevinçten coşuyorum" derseniz yalan mı söylemiş olursunuz? Eğer bu sözü söylemeye devam ederseniz idam sehpasında bile sevinçten coşarsınız. Eğer "sıkıntıdan içimi kemiriyorum" demekte ısrar ederseniz padişah koltuğunda ölüm acısı yaşarsınız. Tekrar ediyorum. Kendi yalanlarımızın kurbanıyız. İnandığınız tek doğru vardır. O da mutlak olan doğru değil, kendimize ısrarla söylediğimizdir. Hangi yalanı kendinize ısrarla söylerseniz tüm ruhunuz ona inanacaktır. Alt bilinciniz neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmez. Sadece ona en çok söylediğinizi doğru kabul eder. Bizim tek doğrumuz kendimize ısrarla söylemeye devam ettiğimizdir.

Kendinize kırk gün deli olduğunuzu söylerseniz gerçekten deli olursunuz. Kırk gün akıllı olduğunuzu söylerseniz gerçekten akıllı olursunuz. Ona ne olmak istediğinizi söyleyin. Beyniniz olmak istediğiniz gibi olmakta zorluk çekmeyecektir. Her renge girebiliriz, her farklılığı ustalıkla başarabiliriz.

Kullandığımız aktif kelimeler çevremizin kullandığı kelimelerden inanılmaz derecede etkilenir. Çoğumuz içinde yaşadığımız çevrenin kopyacısı oluruz. Trabzon’da “da”, Eskişehir’de “gali”, Diyarbakır’da “lo” seslerinden kurtulamadığımız gibi, çevremizdeki insanların kullandığı kelimelerden de kurtulamayız. İki kelimeden ibaret olan isminizin anlamının bile karakterinizi değiştirebildiğini bildiğiniz halde kullandığınız kelimeleri ayıklamayı ihmal eder misiniz?

Şurası gerçek: Sanatla ilgilenen insanlarla sanat konusunda, bilimle ilgilenenlerle bilimsel alanda konuşursunuz. Konuştuğunuz alan, üzerinde düşündüğünüz alana dönüşür. Öfkeli insanların yanında öfke kelimelerini duydukça onları kullanır hale gelirsiniz. Bu kelimeler kendilerine bağlanan anlamları bilincinize çağırır. Bu çağırma işlemi tekrar ettikçe, artık otomatikleşir ve öfkeyi bizzat yaşayan ve yaşatan insanlar oluruz.

Sözünü ettiğimiz gerçekten emin olmak istiyorsanız farklı kültürlerden insanların konuşmaları ve duyguları arasındaki ilişkileri inceleyebilirsiniz. Ortak dili kullananlar arasındaki duygu ve tutum benzerliğini fark edeceksiniz.

 

 

                  “Beyninize ne yapmak istediğinizi söylemezseniz, nasıl yapabileceğinizi sizin için kendiliğinden araştırıp size söyleyemeyecektir.” Muhammed Bozdağ

 

3. Hedef Belirlemek

Başarı aynı yönde sonuna kadar gitmektir. “Nereye gideceğini bilen kişiye yol vermek için dünya bir yana çekilir.” Hangi yönde nereye kadar gidiyoruz? Tam olarak ne istediğinizi bilirseniz, çevrenizdeki güçler size nasıl yardımcı olacaklarını bilirler. Zihninize ne yapmak istediğinizi söylerseniz onu yapmak için çalışır.

Nereye gideceğini bilmeyen gemiye hiç bir rüzgar fayda vermez.” sözü hedefsizliğin gerçek sonucunu ortaya koyuyor. Ne yapmak istediğinizi bilmiyorsunuz, ama çevrenizde binlerce fırsat rüzgarı uçuşmaya devam ediyor. Hedefiniz yoksa fırsatları nasıl kullanacağınızı, yelkenlerinizi ne şekilde ayarlayacağınızı bilemezsiniz.

Kendilerini başarısızlığa mahkum edenler hedefi, zihinde dolaşıp duran hayallerle karıştırırlar. İsteklerin, dileklerin hedef olduğunu sanırlar. Sonuçta hedefsizliklerini değil de talihsizliklerini suçlarlar. Onlara, isteseler neler yapabileceklerini söyleseniz, inandıramazsınız. Büyük işler başaranların, bunu sadece hedeflerine borçlu oldukları konusunda ikna olmazlar.

Her başarı, sahibinin bizzat kendisinin ürettiği bir şaheserdir. Başkasının ürettiği eseri satın alabilirsiniz, ancak kendi başarınızı satın alamazsınız. Uzun bir yolculuğa çıktığımızda mutlaka dikkate almamız gereken bir gerçek var: Öncesinde acı tattırmayan sonrasında zevk tattıramaz. Hamuruna alın teri damlamayan bir bina gösteremezsiniz. Ağlamamışsanız gülemeyeceksiniz. Uykularınız hiç kaçmamışsa, huzurlu uykulara kavuşamayacaksınız. Denizlerin derinlerindeki inciye ulaşmak istiyorsanız, derinliklerde dolaşmayı ve ahtapotla yüzleşmeyi göze almalısınız. Merak etmeyin, başaranlara zarar vermeyen acılar size de zarar vermeyecektir. Hedef belirleyebilmek için uykusuz kalmanız gerekiyorsa bunu göze alın.

Hedef sahibi olduğunuzda tüm duruşunuz ona hizmet edecektir. Geçen tüm saniyelerinizde zihniniz hedef üzerinde düşünecek, konuşmalarınızı, ilginizi ve öğreniminizi hedefiniz belirleyecektir. Böylece dikilen bir ağacın beslenerek büyümesi gibi, hedeflerle dolu bir zihinde yaşatılan arzular içten içe inşa olmaya ve yeşermeye devam edecektir. Hedefsiz insan kökleri kesilmiş ağaç gibidir, yeşermez. Kökleriniz canlı mı? Her gece uyumadan önce, sulanmak isteyen büyük bir hedef kendisini size hatırlatıyor mu?

Hedef üzerinde çalışırken dikkat etmemiz gereken belli kurallar vardır. Bu kuralları sistemli şekilde uygulayabildiğimiz ölçüde hedefimiz elimize verilecektir.

 

Hiç kimse bir şeyi elde edebileceğine inanmadığı sürece onu elde etmeye hazır değildir. Ne kadar hazır olduğunuzu ne kadar arzuladığınız belirler.” Muhammed Bozdağ

 

4. Arzu Geliştirme

Başarmak üretmektir. Üretmiyorsanız başarılı olamazsınız. Her başarının içinde, var olmanın ayrı bir hikayesi yer alır. Tüm başarıların ortak bir özelliği, içlerinde güçlü arzu barındırmalarıdır. Başarı büyükse ona yol açan arzu da büyüktür. Ne kadar başarılıysanız o kadar arzulusunuz. Kainatı yaratan arzu en büyük arzuydu. Küçük arzuyla bir mektup, büyük arzuyla bir kitap yazarsınız.

Bugününüz geçmişteki arzularınızın eseridir, geleceğinizi de bugünkü arzularınız belirleyecek.Kaderinizi başka hiçbir şey değil arzularınız yani dualarınız belirler. Yaptıklarınız, yapmadıklarınız; yapacaklarınız ve yapmayacaklarınız yani her şeyiniz, yani tüm kendiniz arzularınıza bağlı. Üreteceğiniz her şey ne istediğinize, nasıl ve ne kadar istediğinize veya istemediğinize bağlıdır.

Herkeste var olan sıradan arzulardan söz etmiyorum. İstemekten, dilemekten, basitçe ümit etmekten söz etmiyorum. Üzgünüm: Sözünü ettiğim arzuyu ifade edecek başka bir kelime de bulamıyorum. Burada herkesin bildiği arzudan değil, çok az insanın bildiği arzudan söz ediyorum.

Kainattaki tüm güç ilişkileri arzu kanuna dayanır. Arzu, manevi gücün doğduğu kaynaktır. Ne kadar çok arzuya sahip olursanız o kadar güçlü olursunuz. Yani arzu ne kadar şiddetli ise sonuç o kadar güçlüdür. Bir Batılı düşünür şöyle der: "Duygularınızın şiddetini bilseydim gelecekte atacağınız adımların büyüklüğünü söyleyebilirdim." Arzu duygudur ve tüm duygular arzu duygusunda birleşirler. Arzu, yerine göre sevgi olur, yerine göre nefret olur. Tüm duygular arzulamakla arzulamamak arasındaki çizgi üzerinde dizilirler.

Edison çok istemeseydi elektriği bulmak uğrunda yüzlerce defa bıkmadan deney yapabilir miydi? Kolomb çok istemeseydi aylar süren Amerika yolculuğuna dayanabilir miydi? Gemisinde defalarca isyanlar çıktı. Tayfalarının çoğu öldü. Yıldırıcı okyanus dalgalarıyla boğuştu. Çok arzulamasaydı o zorluklara dayanmaya devam edebilir miydi? O insanların arzuları çok güçlüydü. Ne kadar güçlü olacağınızı ne kadar şiddetli istediğiniz belirler.

Zor sanılan başarı aslında ummadığımız derecede kolaydır. Başaranlarla başarmayanlar arasında harcadıkları çabalar açısından neredeyse hiç fark yoktur. Oysa onların dağlar ile taşlar kadar birbirlerinden farklı olduklarını sanırız. Bir cümleyi yazmakla, yazmamak arasındaki fark çok küçüktür. Bir sigarayı içmekle içmemek arasındaki fark çok küçüktür. Ama bu iki küçük eylemin sonuçları arasında korkunç farklar olduğunu görüyoruz. Cümleyi yazarsanız kitap yazarsınız. Sigarayı içerseniz ömrünüzü kısaltırsınız. Bu küçük fark bize büyük bir fırsat veriyor. Bu sayede biz de tüm başarılı insanlar gibi başarıyı yakalayabiliriz. Baş döndürücü bir başarıya imza atabilmek için baş döndürücü işler yapmak zorunda değiliz. Büyük iş yapmak çok iş yapmaktan ziyade farklı iş yapmaktır.

Bizi şurası yanıltıyor: İş yapmanın iki boyutu vardır: Biri miktar, diğeri içerik. Hiçbir milyarder iş adamı fakir köylü dede kadar yorucu çalışmaz. Çok çalıştığı halde fakir, az çalıştığı halde zengin olan insanların sırrını, ne kadar yaptıklarında değil ne yaptıklarında arayın. Başarı çok çalışmayı gerektirir belki ama farklı çalışmayı gerektirir.

Okyanusun yapısını bir damla suyun yapısından farklı görüyoruz. Oysa okyanus su damlalarının birikmesinin sonucudur. Bir damla suyu çok küçümsüyoruz. Oysa yumuşacık su ısrarla damladığında taşları deliyor; biriktiğinde gemileri yüzdürüyor; sel olduğunda şehirleri yerle bir ediyor. Mağaralardaki heyecan verici salkıt ve dikitler damlayan su zerreciklerinin birikiminin sonucudur. Tüm büyükler küçüklerin birleşmesiyle oluşmuştur.

Bütün çabalarınızı arzu ile ateşlersiniz. Arzu damlaları biriktikçe arzu okyanusunu oluşturur. Sistem şöyle işler: Ne kadar arzularsanız o kadar enerjiyi, o kadar gücü, o kadar emeği amacınız uğrunda feda etmeye hazır olursunuz. Hatta en üst düzeyde, her şeyinizi en çok istediğiniz hedefe feda edersiniz. Hedefinizi öylesine arzularsınız ki ona adanırsınız. Anthony Robbins bunu yapmıştı. Fakirlikten kurtulmaya ve başarılı olmaya adanmıştı. Şiddetli istek, basit bir ümit, basit bir dilek değildir. O kadar büyür ki yerine hiçbir şey geçemez. Onu öylesine arzularsınız ki onu elde etmeye çalışırken açlık hissetmezsiniz, aklınıza eğlence gelmez, uykularınız kaçar. Rüyalarınızda onu görürsünüz.

Endülüs Medeniyetinin ilk kahramanı Tarık Bin Ziyad, ordularıyla İspanya topraklarına ayak basmıştı. Karaya ayak bastıktan sonra okyanustaki tüm gemileri yaktı. Askerler tepelerden geriye baktıklarında yükselen dumanları gördüler. Ya mağlup olup öleceklerdi ya da galip geleceklerdi. Kendilerini geri götürecek gemileri yoktu artık; başka bir alternatifleri yoktu. Sonunda kazanan onlar oldular. Başarmak isteyen tüm gemilerini yakmalı ve girdiği yolu geriye dönüşü imkansız hale getirmelidir. O zaman alev alev yanan bir arzu doğar. Yakıcı arzularınız yoksa diğer gemileri yok edemezsiniz.

Eğer bir arzunuzu rüyalarınızda görmeye başlamışsanız kaderiniz yazılmıştır. Rüyalarınız gerçek olacaktır. Bu gerçeği defalarca yaşadım; pek çok insanın hayat hikayesinde gördüm. Elias Howe dikiş makinesinin eksik parçasını rüyasında keşfetmişti. Orhan Gencebay'ın nasıl 1000 besteyi hayatına sığdırdığına inanamazsınız. Onu 1998 yılının Aralık ayında Kanal 7'de Ahmet Hakan'ın sunduğu "İskele-Sancak" programında dinledim. Gencebay iki parçasını rüyasında bestelediğini söyledi. O doğru söylüyordu; çünkü beste yapmak onun en büyük arzusu haline gelmişti.

,
 

“Üzerinden koşarak geçtiğiniz vadide, güzel kokularını gizleyen çiçekler dikkatinizi ekmeyecektir.”

 

“Kanatlarınızı iyi bildiğiniz belli bir yönde çırpmıyorsanız, içine vücudunuzu terk ettiğiniz hayat rüzgarı sizi mutlu olacağınız bir vadiye taşıyamayacaktır.” Muhammed Bozdağ

 

5. Yöntem Belirlemek

Nasıl yapılabileceğini bilseydiniz okuduğunuz kitabı yazabilirdiniz. "Nasıl?" sorusuna cevap verseydiniz mevcut arzularınız sizi çoktan kendilerine kavuşturmuş olurdu. Yöntemini keşfetmediğiniz iş, alsa yapamayacağınız iştir.

Yöntem belirlerken üç farklı alan üzerinde çalışacaksınız: Yeterli bilgi toplamak, hedefi kesinleştirmek ve hedefi planlamak. Yeterince bilginiz yoksa nasıl yapacağınızı bilmeyeceksiniz. Hedefiniz kesin değilse tam olarak onu yapamayacaksınız. Belirsiz hedefler arasında dolaşıp duracaksınız. Hedefinizi planlamamışsanız merdiveni adım adım çıkamazsınız. Gittiğiniz yolu kontrol edemezsiniz. Bir adımı ihmal etmek tüm adımların boşa çıkmasına neden olur. Binanızın direkleri ne kadar güçlü olursa olsun, temel zayıfsa binanız çökmeye mahkumdur.

Şu sorulara cevap arayın: Niçin berber dükkanında çalışan çıraklar bir süre sonra kendi berber dükkanlarını açıyorlar? Niçin lokantacıların hemen hepsi daha önce başka bir lokantada çırak olarak çalışmışlardı? Niçin tüm ustalar yanlarında çalıştıkları ustaların mesleklerini seçtiler? Çünkü çıraklar nasıl yapacaklarını ustalardan görerek, onları izleyerek öğrendiler.

Şimdi farklı fırsatlarımız var. Artık nasıl yapılacağını öğrenmenin çıraklıktan başka yolları vardır. Ben bu kitabı yazabilmek için bir yazarın yanında on yıl boyunca çıraklık yapmak zorunda kalmadım. Evimde elektrikli aletler bozulduğunda onları tamir etmeyi bana özel bir kurs öğretmedi. Hatta çok iyi kullandığıma inandığım bilgisayarı başkalarının sözlü anlatımından veya uygulamalarından öğrenmedim.

Tam olarak gerçekleştirmek istediğiniz hedef üzerinde bilgi toplamayı alışkanlık haline getirmelisiniz. Hedefinizi ne kadar arzuluyorsanız, onunla ilgili bilgileri de o kadar zevkle öğreneceksiniz. Öğrenmeyi zevkli kılan öğrendiklerinizin arzularınızla ilişkili olmasıdır. İstemediğiniz konularda öğrenmeye çabalamak canınızı sıkacaktır. Size sevmediğiniz konuları yettiği kadar, ama hedefinizle ilgili konuları amansız bir çabayla öğrenmenizi öneriyorum.

Bir kitapta neyi öğrenmek istiyorsanız onu öğreneceksiniz. Elinizdeki kitapta yazarın dikkatinizi çekmek için kelimeler üzerinde ne gibi oyunlar oynadığını araştırmamışsanız bunu öğrenmeyeceksiniz.

Kesin hedefin gerçekleşme ihtimali bulanık hedefe göre en az yüz defa daha fazladır. Kesin olmayan hedef, uğrundaki binlerce saatlik emeği boşa çıkarır. Çoğumuzun başaramama nedeni hedefsizliğimiz değil, ama hedefimizin bulanıklığıdır. Kesinlik: Tam olarak neyi, tam olarak nasıl, tam olarak nerede, tam olarak ne zaman ve tam olarak ne kadar yapmak istiyorsunuz? İçlerinde bu sorulara cevap bulmadığınız hedefler uğrunda boşuna ömrünüzü tüketir misiniz?

Bir insan zengin olmak ister. Basitçe "zengin veya milyarder olmak istiyorum" der. Zihninizde rasgele dolaşan bir hedefin çocukça bir hayalden hiç farkı yoktur. İnsanın, nasıl yapılabileceğini araştırmadığı bir hedefi istemeye devam etmesi, onu hedeflemesi anlamına gelmez.

 

 

 “Başarısızlık yapamamak değil, yapamayacağını sanmaktır. Bizi düşüncelerimiz sınırlamazsa hiçbir yaratık sınırlayamaz.” Muhammed Bozdağ

 

 

6. Cesur Olmak

İnsanlar kendilerini uydurma korkuların esaretine terk ettiklerini kabul etmek istemiyorlar.Kendimize güvenimizi kendi ellerimizle kaybediyoruz. İnanılmaz derecede utangaç kişilikler geliştiriyoruz. Yapılan bir araştırma Amerikan toplumunun %40'ının açık veya gizli utangaç olduğunu ortaya koymuştur. Biz ne yazık ki onlardan çok daha utangaç yaşıyoruz.

Eğer cesaretli olduğunuzu düşünüyorsanız şu sorulara cevap vermeye çalışın: Hemen şimdi elinize telefonu alıp cumhurbaşkanına telefon edebilir misiniz? Ona "Sayın cumhurbaşkanı, millete daha fazla saygı istiyoruz." diyebilir misiniz? Diyebilirseniz bunu hemen deneyin. Kendisinin ev telefonu, 1989 yılına kadar benim ajandamda vardı. Ama bir defa cesaret ederek ona telefon edemedim. Kalabalık bir gurupla 1987 yılında onu evinde ziyaret ettik. Sohbet sırasında telefonu çaldı, ahizeyi kaldırdı, birkaç defa "Gözlerinden öperim" dedi, ahizeyi kapattı ve bize şöyle dedi: "Bir vatandaş... Benim sesimi özlemiş, duymak için aramış." Sıradan bir vatandaşın gösterdiği cesareti anlayabiliyor musunuz?

Amerikanın New York, Washington D.C., Bostan gibi şehirlerinde dolaştım. Sokaklarda en çok duyduğum iki söz hala kulaklarımda çınlıyor: "Özür dilerim-excuse me" ve "merhaba-hi." Otobüste birisi yanınıza oturmak durumunda kaldığında önce mutlaka "merhaba" diyor. Durakta bekliyorsanız, yanınıza gelen "merhaba" diyor. Asansörde iseniz, çıktığınız bir başka katta asansöre binen herhangi birisi size "merhaba" diyor. Yolda yürürken bir şekilde göz göze geldiğiniz herkes size sıcak bir tebessümle "hi" diyor. İnsanların kendilerine bu denli güvenmelerinin beni çok etkilediğini söylemeliyim. Bu cesarete ihtiyacımız var.

İzmir'in Ödemiş ilçesinde yaşayan son derece saygın bir eski milletvekili tanırım: Mehmet Özkan. Her gün akşama kadar yüzlerce insanın kişisel sorununu çözmeye çalışırdı. Bir gün bana bir mektup gösterdi. Anadolu'nun bir köyünden ilkokul eğitimi almış köylü bir vatandaş yazmıştı mektubu ve ona milletin derdini dile getirdiği için teşekkür ediyor, daha fazla hizmet için teşvik ediyordu. "İşte bana gelen en büyük mektup bu oldu." Dedi. Söylenmeye sıra geldiğinde en iyisini biz biliyoruz: Ama niçin bu köylü amcanın cesaretiyle söylemiyoruz? Söylenmek korkuyu, söylemek cesareti arttırır.

19 uncu Yasama Döneminde T.B.M.M. Adalet komisyonu başkanına Avusturyalı bir diş hekiminden İngilizce bir mektup gelmişti. Mektupta başkandan -özür dilerim- "Türkiye'deki homoseksüellerin haklarını düzenleyen bir kanunu ne zaman çıkarmayı düşündükleri soruluyordu. Bu konuda daha sonra Meclis Araştırma Servisinde yapılan incelemenin nedeni belki de bu mektuptu. Cesaretiniz varsa izlerinizi uzaklara taşırsınız.

Var olmamız cesaretimize bağlı. Cesaretiniz varsa herkes sizin var olduğunuzu bilir. Sizi insanların dünyasına sadece cesaretiniz taşır. Cesaretiniz yoksa kendi iç dünyanıza hapis olmaya mahkumsunuz.

Katıldığınız bir toplantıda aklınızda kimlerin kalacağına dikkat edin: Kürsüde konuşanlar. Sonra da kalabalık arasında ayağa kalkıp yüksek sesle soru soranlar. Üzerinden koşarak geçtiğiniz vadide, kokularını gizleyen çiçekler dikkatinizi çekmeyecektir. Korku içinizdeki güzellikleri karadelikler gibi yutar, yok eder.

Cesaret gösterebilenler risk üstlenmeye hazır olanlardır. Şurası kesin: Risk ve sorumluluk üstlenmeyen hiç kimse başarılı olamamıştır. Alışkın olduğunuz hayat size risksiz gelebilir. Aslında rahatlık içerisinde daha büyük riskler vardır. Çoğu insan sineğin ısırmasından kaçarken akreplere yem olur. Bizde "yağmurdan kaçarken doluya tutulmak" sözüyle kast edilen budur. Değişmekten korkuyorsanız riskten kaçıyorsunuz. Değişmezseniz gelişmezsiniz. Yanlış yapma riskini göze alamazsanız doğru yapma cesaretini gösteremezsiniz.

Kabul edelim: Gerektiği gibi bir cesarete sahip değiliz. Kolaylıkla kendimizi kürsüye taşıyamıyoruz. İnanmıyorsanız kendinizi test edin: Bir televizyonda veya radyoda canlı yayına telefonla katılmayı deneyin. Şiddetli heyecan duyduğunuzu göreceksiniz. Çoğu insan yaşayacağı sinir gerginliği nedeniyle telefon edemez. Cumhurbaşkanına telefon etmeyi deneyin. Katıldığınız bir seminerde ayağa kalkıp soru sormayı deneyin. Kalabalık bir insan topluluğu karşısına geçip mesaj vermeye kalkışın. İçinizdeki kalıpların sizi nasıl engellediğini göreceksiniz. Cesaretli insanlara her zaman hayran kaldım. Cesurların cesaretine ben sahip olsaydım, cesaretin önemini hayatımda çok daha erken kavrasaydım, elinizdeki bu kitabı yıllar önce okuyacaktınız.

 “Boynunuzu vurmak için kılıç kaldırılmasından yarım saat sonra kendinizi savunmak ne ise, şimdi yapılması gereken işi yarım saat ertelemek odur.” Muhammed Bozdağ

 

7. Hemen Yapmak

Bir işi, karşınıza çıktığı anda yapmaya başlamak, onun %90’ını yapmış olmaktır.Çünkü hemen yapmaya başlamadığınız iş uzun süre ertelendiğinde en az on kat büyümüş olacaktır.

Hemen yapan, bulunduğu an içinde yapılabilecek olan bir iş arar. Bu sayede güçlü birer gözlemci olur. Ankara'da bir ay boyunca Hızlı ve Etkin Okuma seminerlerine katılan öğrenci arkadaşlara, bulundukları salonun duvarlarında kaç tane tablo asılı olduğunu sordum. Altı tane tablodan kimi üçünü, kimi dördünü fark edebilmişti. Bir ay boyunca oturduğumuz salonun duvarlarındaki resimleri fark edememek ne demektir? Kaderimiz harika fırsatları her gün çevremizde uçuşturuyor. Onlardan hiç olmazsa birini keşfedebilmek dikkatli olmamız sayesinde mümkün. Dikkatli olan insan yapacak hiçbir işi kalmadığında, Barış Manço gibi duvarlarındaki tabloların tozlarını alır, resimlerin yerlerini değiştirir. Zihnimiz kuşların bedenleri gibi hareketli olmalıdır.

Bir Batılı ne güzel söylemiş “Değişmek istiyorsan niçin hemen şimdi başlamıyorsun?” Sevgili bir dostuma geleceğiyle ilgili projelerini sordum. Büyük düşünceleri, planları vardı; yazmayı düşündüğü kitabın harika bir konusu vardı. Ne zaman başlayacağını sordum, dört yıl sonra, yani mastır çalışmasını bitirdikten sonra başlayacağını söyledi. “Niçin hemen şimdi başlamıyorsun?” dedim. Hiç bir haklı gerekçesi yoktu. Rahat olmayı mı bekliyordu? Mastır bittikten sonra doktora çıkacaktı karşısına. Doktora bittikten sonra kaderi yeni bir iş çıkaracaktı. “Kitabını niçin hemen şimdi yazmaya başlamıyorsun?” Üniversiteyi bitirirsen askerlikle, o bitince iş arayışıyla, ardından evlilikle, ardından çocuklarla meşgul olacaksın. Hemen yapmayanın müsait bir zaman bulması imkansızdır.

İniş çıkışlarla dolu bir hayatta yaşadığımızı biliyoruz. Boğuştuğumuz sorunların biteceği bir günü bekleyerek ömrümüzü tüketirsek hiçbir sorunu çözemeyiz. Çok ilginç: Acılarımızdan kurtulacağımız günü bekliyoruz, ama beklemekle hiçbir şeyin değişmeyeceğini de biliyoruz.

Canınıza kast eden bir tehlike geldiğinde sinir sisteminiz hemen harekete geçer ve anında vücudunuzu savunur. Eliniz yanlışlıkta ateşe temas etse, ayağınıza diken batsa otonom sinir sisteminiz hemen tedbirini alacaktır. Vücudunuz üşüdüğünde hemen titremeye ve ısı üreterek sisteminizi korumaya çalışır. Aşırı sıcakta dışarıya verdiği ter sıvısıyla ısıyı dışarıya vermeye çalışır. Tabiattaki tüm sistemler bir görevi tam yapılması gerektiği anda yaparken biz niçin erteliyoruz?

Geciken iş maddi kayıplara uğramanıza neden olur. Şu örneğe bakın: Evimin su faturasını ödemeyi geciktirdim. Son ödeme gününe gelmiştim ki önemli bir başka işim çıktı, ödeyemedim. Bazen da son gün geldiğini unutursunuz. Nasıl olsa cezalı konuma girmiştim. Ne zaman olsa öderim dedim. Aylar geçti, borcumu unuttum.

Bir akşam evime geldiğimde su sayacım sökülmüştü. Yeniden bağlanması için Ulus semtindeki ASKİ Genel Müdürlüğüne gidip borcumu ödemem gerekiyordu. Borcun kendisini, onun beş katına ulaşan ceza faizini ve bu arada açma-kapama parasını ödemek zorunda kaldım. On liralık borç 50 liraya çıkmıştı. Eğer ertelemeseydim yaptığım büyük masraflardan kurtulacaktım. Uğradığım zarar bir yana, susuz kalmıştım. Ertelenenin yükü artmıyor mu?

Mutfağımdaki musluklar bozulmuştu. Sadece iki tane conta alıp yeniden takmam gerekiyordu. En fazla yarım saatimi alacak bu işi geciktirdim. Bir yıl içinde bu ihmalim yüzünden yaptığım hesaplamaya göre 20 ton suyu gereksiz yere kaybettim. Bu hikayeler sizin başınızdan da geçmedi mi?

İşlerini, gündemlerine girer girmez yapanlar ömürlerini kazanırlar. Ertelenen iş daha uzun zaman işgal eder. Yarım saatte bitirebileceğiniz işi ertelediğinizde ona yarım gününüzü vermeye mahkum olursunuz. Ödenmeyen borcun faizle büyümesi gibi, yapılmayan iş de büyür, altında ezilirsiniz. Zamanında yapıldığında ise kazanılan kocaman bir ömürdür.

 

 

 

 

 Zihinlerini ölmüş geçmişte ve doğmamış gelecekte yaşatanlar, şimdiki zamanda yaşamaya mahkum olan bedenlerini öldürürler. Beden giderse beyni de beraberinde götürür.” Muhammed Bozdağ

 

 

8. Şimdiki Zamanda Yaşamak

Şu anda ne yapıyorsunuz: Şu anda boğuştuğunuz sorun nedir? Şu anda hangi fikrin temellerini atıyorsunuz? Şu anda zihninizde ayrıntısını belirlemeye çalıştığınız projeniz nedir? Önemli olan bu sorulara verebilecek cevaplar bulmanızdır. Geçmişte ve gelecekte yaşamayı sürdürmek hayatı çöpe atmaktan farksızdır.

Tabiatın tüm varlığı şu anda içinde bulunduğu durumdur: Geçmiş yok olmuştur.Yüz yıl önceki ormanlar şimdi yoktur artık. Yüz yıl sonra sokakların nasıl bir şekil alacağını da bilmiyoruz.

Varlık geçmişten geleceğe uzanan uzun bir yol üzerinde seyreder. Bu yol üzerinde canlı ve cansız varlıklar gözükür, arz-ı endam ederler; sonra kaybolurlar. Her varlığa bu uzun yolda biçilen bir hayat süresi vardır. Dünya dört milyon yıldan fazla bir süredir var. Bu akış içerisinde bir çekirge varlığa koşar; bir mevsim boyunca en iyi nağmelerini sunar tabiata, sonra göçüp gider. Yakamozlar gibidir hayat. Zamanı hızlandırsaydık, gelenlerin gidişinin su üzerinde parlayan ışık yansımaları kadar hızlı olduğunu anlardık. Varlığa çıkış o andır. Damlada parlayan ışık gibi, kainatta bir an görünüp kaybolacağınızı hayal edin. Ne yapardınız? O saniyecik içerisinde tüm kâinatı tanımak, her şeyi tam o anda yaşamak istemez miydiniz?

Aslında ne kadar yaşarsa yaşasın, her şey böylesine bir çırpıda çıkar hayata ve sonra kaybolur. İnsanın yaratılışını düşünün: Bir hücre yaratılır. Bir saniye geçer, yok olur, bölünür; yerine iki tane hücre yaratılır. Yok olan bir hücre var olan iki hücrenin çekirdeği olmuştur. Bazı bakteriler de bir saniye yaşayıp, yerlerine yenilerini bırakarak ayrılırlar bu hayattan. Tüm varlık aynı süreci yaşar. Bitki ölür, yeni mevsimde yavrularına kaynaklık yapacak tohumlarını bırakır. Bir örümcek ölür, bedeni onun yerine gönderilen yüzlerce yavrusuna besin olur. İnsan ayrılır yeryüzünden, bedeni bir çiçeğin vücudunda dirilir. Ruh büyük diriliş gününde, yeni bedeninin çekirdeği olmak için ebedi alemin açılacağı dört mevsimi bekler.

Hepimizin hayatı bir diğer hayatla karşılaştırıldığında bir parıldayış kadar kısadır. Bazen bulutların hareketleri filme alınır. Film hızlı gösterildiğinde, bulutların uçuştuğunu görürsünüz. Bazen çiçeğin açılışı filme alınır. Film hızlandırıldığında yaprağının süratle açıldığını, rengini, kokusunu ve güzelliğini aleme gösterdikten hemen sonra kaybolduğunu görürsünüz. Her şey şimdiyi yaşar. Eğer dünyanın hayatını baştan sona izleyebilseydik, insanların ışık hızında dünyaya geldiklerini, aynı hızda mezara koştuklarını görecektik. Bulutlar aniden ufku kaplar, aniden Güneş çıkar perde altından. Karanlık bir kordon altında kalırız Güneş gizlenince; sonra gecikmeden ufkumuz aydınlanır. Hayat böyledir.

Ama biz başı ve sonu olmayan bir hayatta yaşadığımızı sanıyoruz: Sanki sonsuz geçmişten, sonsuz geleceğe uzanan bir çizgide sonsuza dek var olacağız. Bu büyük bir yanılgıdır. Dünyanın faniliğini bize unutturan nedir o zaman? Ruhumuz. İnsan ruhu sonsuz şimdi için yaratılmıştır. Zaman dediğimiz şey madde için geçerlidir. Maddenin üst üste, art arda yaratılması, film karelerinin ardışık sırada gösterilmesi gibi bir şeydir. Film seyrederken zamanı yaşarsınız. Hayat da bir film gibi birbirini takip eden üç boyutlu karelerden oluşur. Maddeye zaman boyutu kazandıran Yaratıcının ona kazandırdığı harekettir. Hareket ve değişim olmasaydı zaman olmazdı.

Ruhun değişmez olduğunu biliyorsunuz. Ruhunuz nasıl yaratılmışsa sonuna kadar öyle olacaktır. Çünkü ruh farklı cisimlerin bir araya getirilmesinin ürünü değildir. Vücudumuz 700 trilyon hücreden yaratılmıştır. Dolaysıyla hücreler değişir, gidip gelirler. Ama ruh değişmez. O tek bir varlıktır, ne şekil, ne boyut ne de kapsam değiştirir. Bu yüzden ruhun zamanı yoktur. O hep sonsuz şimdide yaşar; çünkü o sonsuz şimdinin yaşanacağı ahiret için yaratıldı. Sonsuz hayat için, ölümsüzlük için yaratıldı. Ruhun bu özelliğini kötüye kullandığımızda kaybeden biz oluyoruz.

Ruh mekanı ve zamanı aşabilir. Bu sayede bir kafesten kurtuluruz. Ruh sayesinde hayalen Güneşe, gezegenlere gideriz. Onun sayesinde eski mekanlarımızda dolaşır; doğduğumuz sokağı, ziyaret ettiğimiz illeri görürüz. Ruh sayesinde, sevdiğimiz insanlar anında kalbimizdeki yerlerini alırlar.

Ruh bizi zamanın ve mekanın dışına taşır. Yıllar öncesindeki ölü geçmişe gider, ahirete göçmüş dostlarımızı hatırlarız. Geleceğe gider, yıllar sonra yaşayacaklarımızı tahmin edebiliriz. Bedenimiz hapishane gibi bir dünyadadır. Şu anda oturduğunuz yer, içinde hapis olduğunuz yerdir. Eğer ruhunuz bağımsız olsaydı- cennette olacağı gibi- istediğiniz ovalarda uçabilirdiniz. Duvarlar engel olamazdı size. Kar, yağmur engel olamazdı.

Ancak ruhumuzun bu yüksek özelliğini genellikle kötüye kullanıyoruz. Ölümsüzlük ruha ait olduğu halde onun bedene de ait olduğunu sanmak bedeni yokluğa mahkum eder. Çünkü anı yaşamayan beden anı öldüren bedendir. Şu an bedeninizin var olduğu tek andır. Şu anda bir şey yapmıyorsanız bedensel varlığınızı çöpe atıyorsunuz. Şu anda bedeniniz ne yapıyor? Önemli olan, şu anda bedeninizin yaptığına ruhunuzun veya zihninizin destek olmasıdır. Yaptığınızın bir amaca hizmet etmesidir. Hareketi duran madde yok olduğu gibi, çalışmayan beden de yokluğa mahkum olur. Benzer cinslerin sonu benzer olacaktır.

 

 

“Bahane bulanlar, uyuşturucu kullananlar gibi dertlerini unutmaya değil; başlarını toprağa gizleyen devekuşları gibi kendilerini kandırmaya çalışıyorlar.” Muhammed Bozdağ

 

 

9. Bahanelerden Kurtulmak

Başarılı insan her türlü engele rağmen çalışmaya devam edendir. İlerlemenin durdurulduğu yer, engellerin bahaneye dönüştüğü yerdir.

Bir insanın kendisine yapabileceği en büyük kötülük karşılaştığı zorluklara teslim olmasıdır. Dünya kar ve tipi ile karşılaşmak zorunda kalmadığı bir kış yaşamamıştır. Hayat engellerle doludur ve kim olursa olsun, tüm insanlar bir gün mutlaka o engellerle yüzleşeceklerdir. Zengin veya fakir, meşhur veya unutulmuş bir insan olsun herkes, hayat yolunda aynı geçit vermez dağlarla yüzleşecektir.

Bazıları hayatın dağlarıyla erken yaşlarda yüzleşirler. Onlar erken yaşlarında yukarılara baktıklarında zengin ailelerin çocuklarının kendilerini geçtiklerini düşünür, kaderlerinin kendilerine adaletsiz davrandığını sanırlar. Ama yıllar geçer; çıktıkları zirveden aşağıya bakarlar. Bir zamanlar çok yukarıda gördükleri insanların küçük tepeleri bile aşamayışlarına hayret ederler.

Başarının gerektirdiği ücreti ödemekten korktuğumuzda harika bahaneler buluruz: "Ben yapamadım, çünkü çok haklı nedenlerim vardı. Eğer bana fırsat verilseydi neler yapacaktım. Ne büyük işleri başaracaktım." Deriz. Size fırsat verilmedi mi? Karıncanın başardığını bile başaramayan insanlar vardır. Hiçbir karıncaya bizden fazla fırsat verilmemiştir. Kaderi yanlış anlıyoruz çoğu zaman. Kim yapmak isterse yapar. Bir kere hayata atıldıktan sonra, kendilerinin koydukları dışında insanların hiçbir aşılmaz engelleri yoktur. Bizi sadece biz durduruyoruz.

Çevremizdeki insanların nasıl kendilerini engellediklerine bakın. Kendilerine engel olmakla kalmıyorlar, başkalarına da engel oluyorlar. Bir insana, hayırlı bir işe kalkıştığında "yapamazsın" demek, ona yapılabilecek en kötü telkindir. Düşmanın yapmadığı bu telkini bizim için hayırlı olacağını sanarak çoğu zaman çocukluğumuzda ailelerimiz bize karşı yapmıştır.

Eğer başarılı olmak istiyorsanız tüm başarılı insanların ortak özelliklerini kazanmalısınız. İşte en önemli özellik: Başarılı insanlar her zamanda, her ortamda, her şartta çalışabilmeyi başaran insanlardır. Sıradan insanlar, sadece moralleri yerinde olduğunda, canları istediğinde çalışabilirler. Hasta iken çalışabilir misiniz? Herkesin sizi eleştirdiği, size hakaret yağdırdığı bir ortamda doğrularınızı savunmaya devam edebilir misiniz?

Hayat bir yolculuktur. Adım adım, saniye saniye yaşıyoruz bu yolculuğu. Bu yolculuğun, gözlerimizin kapatılmadığı bir gecesi, üzerimize Güneşin doğdurulmadığı bir sabahı yoktur. Hayat yolculuğu, dünya yolculuğuna benzer. Uzun sürecekse güzergahında çukuru, dağı, vadisi, denizi olmayan bir yolculuk yoktur. Uzun yollara düştüğünüzde, Güneş her zaman semanızda bulunmaz. Nice ıssız gecelerin altından geçmek zorunda kalırsınız. Karla, tipiyle, yağmurla, çamurla, depremle, fırtınayla boğuşmaya mecbur olursunuz. Yer yüzünde acı çekmeden yaşamış bir insan gösterilemez. Teknik şehirlerimizi geliştiriyor, ama başarı dünyası hala aynı fırtınalar dünyasıdır.

Başarılı insan kış uykusuna yatamaz. Yürürken o da bir vefasızlık bataklığına rastlar. Çamurlara bulanır, ama yürür. Karşısına kocaman bir ihanet nehri çıkar. Islanmak pahasına nehre dalar. Bir hendek çıkar karşısına trafik kazası gibi; korkmaz, vazgeçip geri dönmez, üzerinden atlar. Nisan yağmurlarında ıslanır; buzlu Aralık gecelerinde üşür. Sırtında paltosu olmasa da, aşınan ayakkabılarından giren çamur suları kemiklerini titretse de, yürür.

Bir karıncanın nasıl çalıştığını seyrettiniz mi? Kendisinden beş kat büyük, ölü bir sineği taşımaya karar veren karıncayı. Hedefi ormanları böceklerden temizlemektir karıncanın. On defa, yüz defa, bin defa dener. İnanılmazı başarır karınca. Yarım saat sonra kocaman sineği metrelerce öteye taşıdığını görürsünüz. Karınca, cüssesine göre oranlansa göre Naim Süleymanoğlu’ndan daha güçlü çıkacaktır. Bahanesi yoktur onun. Hiçbir özürü yoktur. Ya başaracaktır ya da başarı yolunda ölecektir. Sonunda bir karınca ailesi yaz boyu çalışır, bir mevsimde 5 milyondan fazla ölü böceği yer altına indirir ve böylece bize tertemiz ormanlar bırakırlar. Eğer karıncalar insanlar gibi bahaneler bulsalardı, ormanlar mezbelelere dönerdi. Ayaklarınızın altında, yemyeşil otların kalbi okşayan kokusunu değil, böcek leşlerinin ürküntüsünü yaşardınız.

Bir fırtına kopar. Yuvaları darmadağın olur karıncaların. Onların pek çoğu su akıntılarına kapılıp sürüklenirler. Ama sürüklenirken bile mücadeleye devam ederler. Bir ot bulsalar ona tutunurlar. Bir taşa rasgelseler ona sarılırlar. Yağmur biter, yarım saat sonra o küçücük varlıkların inanılmaz bir hızla eski yuvalarına bu defa başka bir toprak yüzeyinden kapı açtıklarını görürsünüz.

Kaderin karıncaların karşısına çıkardığı zorluklar bizim karşımıza çıkardığı zorluklardan küçük değildir. Her yağmurda evleri başlarına yıkılan karıncalar vazgeçmezken biz hangi deprem yüzünden vazgeçeceğiz? Yükselmek istiyorsak, bunu başarmak bizim elimizde. Alçaklara inmeyi de biz başarırız. Hem de ne maharetle...

Büyük insanların hiçbir bahanesi yoktur. Bahanenin "var" olduğu yerde başarı "yok" olmaya mahkumdur. Hiç kimse bahaneyle birlikte yükselmeye devam edemez. Çünkü bahane bulduğumuz anda teslim oluruz. Bahane varsa mücadele yoktur. Bahane bulursanız en küçük başarılarınızı bile yok edebilirsiniz.

Cesaretle üzerine gittiğiniz korku, korku içinde sizden kaçacaktır. Kendisinden kaçtığınız cesaret, cesaretle özerinize korku salacaktır. Hendeklerin üzerinden atlayamayan develer dağları zapt eden komutanların bineği olarak ün salmamıştır. Yüksekten korkan uçamaz, kılıçtan korkan galip gelemez. Ölmekten korkan yaşayamaz. Hastalığa göğüs geremeyen sağlığın huzurunu yaşayamaz. Şimdi dağlarda yuva yapan kartallar bir zamanlar oraya "uçma" zahmetine katlanmışlardı. Dağlara çıkmak için en azından taşların üzerinde yürümeye mahkumuz.

Başarılı olmak için, yoğun çalışmaktan ziyade az da olsa sürekli çalışmaya ihtiyacımız var. İlerlemek yavaş da olsa sürekli yürümekle mümkündür. Dinlenme dışında ara vermek durmaktır. Bu yüzden Allah indinde, az da olsa devamlı ibadet makbuldür.

Herkes gibi yetenekli olabileceğimize inanacağız. Hiçbir engel tanımayacağız. Bizi durdurmak isteyen her şeyle amansız şekilde mücadele edeceğiz. Sığınacağımız hiç bir bahane olamaz. Mazeret hiçbir başarısızlığı gizleyemez. Başkalarını kandırmak zorunda değiliz. Kendimizi kandırmak ise bize hiçbir şey kazandırmaz.

 Bir adım daha atamamak, atılan binlerce adımı yok eder. Saati son çark çalıştırır. Bitirmemek yapmamaktan farksızdır.” Muhammed Bozdağ

 

10. Eseri Tamamlamak

Pek çok insan hayatında devrim yapacak bir sıçrayışın tam ucuna gelir. Birazcık daha dayansa kendisini zirvede bulacaktır. Ama tırmanmayı bırakır. Bir adım daha atamamak, atılan binlerce adımın yok olmasına neden olur.

Başarının olmazsa olmaz kuralı "yapmak"tır. Yapmayı anlamlı kılan bir kural vardır: Bitirmek. Bitmeyen iş yapılmamış iş gibidir. Hepimiz yüzlerce defa teşebbüste bulunduk. Aramızda binlerce insan başarının tam ucundadır. Sadece birazcık daha ısrar etmeye ihtiyacımız var.

Size heyecan duyduğum bir kanundan bahsediyorum. Bu kanun sayesinde yüzlerce işinizi esere dönüştürebilirsiniz. Başladığınız işi bitirme alışkanlığının hayatınızı nasıl değiştirebileceğini biliyor musunuz? Hayatınızda küçük bir değişiklik yapacaksınız. Bu küçük değişiklik büyük değişiklikler üretecek.

Zaten çalışmıyor musunuz? Zaten hayatın yükü omuzlarınızı ezmiyor mu? Zaten büyük çabalar içinde değil misiniz? Bir tek fark yapacaksanız hayatınızda. Bu fark tüm hayatınızı farklılaştıracak. Bu fark sayesinde sandığınızdan daha güçlü olduğunuzu göreceksiniz. Devleşmiş insanlar gibi dahileşebileceğinizi anlayacaksınız: Bitirmek. Başladığınız bir işi bitirinceye kadar devam etmek; başarı budur.

Başarısızlıkların pek çok nedeni vardır. Ama en önemli nedenini şimdi öğreniyorsunuz. Bu öyle bir neden ki, diğer tüm kurallara uysanız bile bu kurala uymazsanız kesinlikle yolda kalırsınız. Burada sözünü ettiğimiz neden sizinle savaşacak olan en son düşmandır.

Arzularsınız. Hedeflerinizi planlarsınız. Duygularınızı şiddetlendirirsiniz. Çalışmaya başlarsınız. Coşku ve heyecanınızı korursunuz. Ama bitiremediğinizde yenik düşersiniz, tüm çabalarınızın bir anda sonuçsuz kaldığını görürsünüz.

Bitirememek yüzünden diktiğiniz gökdelen devrilir. Diplomalarınız ateşe verilir. Eserleriniz kül olur. Yeniden başa dönmek zorunda kalırsınız. Milyonlarca insanın yaptığı şudur: Bir eser inşa ederler. Eser ortaya çıkar. Harika bir çevre oluşur. Sonra da bir bomba koyarlar yaptıkları işin temeline, her şey yıkılır. “Olmadı” der adam. “Yapamıyorum” der. Yeniden, sıfırdan başlar. Her defasında başka bir işe sıfırdan başlarsanız zirveye ne zaman çıkacaksınız?

"Temel" fıkralarına güler misiniz? Temel ile Cemal yüzerek Amerika'ya gitmeye, böylece bir dünya rekoru kırmaya sözleşirler. Trabzon'dan yola çıkarlar. İstanbul, Çanakkale boğazlarını geçerler. Ege’yi, Akdeniz’i, Cebeli Tarık boğazını aşıp okyanusun azgın sularına dalarlar. New York’un dev gökdelenleri, Amerikalıların meşhur Hürriyet Anıtı belirir. Temel Cemal’e seslenir: “Cemal, ben yoruldum uşağum. Geri döneyrum.” Gerçekten de geri döner. Bu fıkraya güler geçeriz. Oysa çoğu zaman yaptıklarımız Temel’in yaptığından farksızdır.

Bitmeyen iş yapılmamış iş gibidir. Çünkü bitmediğinde amacına hizmet edemez. Bitirmediğiniz hikaye yayınlanmaz. Tamamlamadığınız kitabı kimse okuyamaz. Lastiklerini çıkardığınız veya direksiyonunu takmadığınız bir arabayı kullanamazsınız.

Yaratılışı analiz ettiniz mi? Eksik olan ne görebiliyorsunuz? İnsan vücudunun hangi parçası eksik? Tamamlanan eserle tamamlanmayan eser arasında küçük bir fark vardır. Bu küçük farkın ürettiği sonuç, olmakla olmamak arasındaki fark kadar büyüktür. İnsanın boğazından küçük bir damarın kesilmesini küçümseyebilir misiniz? Tüm vücuduna göre küçük olan o parça ortadan kalktığında tüm vücut ölür. Benzin borusunu kestiğiniz arabayı yürütemezsiniz. Ne kadar iyi yapılırsa yapılsın, tamamlanmayan iş can damarı kesilmiş vücut gibidir. En son çarkı takılmamış olan saat, yok olan saatten farksızdır.

Üniversite diploması uğrunda yıllarınızı verirsiniz. Son yıl içinde tek bir dersi terk ederseniz sınıfta kalacaksınız. O dersi bitirmediğiniz sürece diplomanızı alamayacaksınız. Görüyorsunuz: Tam olarak bitmeyenle hiç yapılmamış olan arasında fark yoktur. Tam olarak bitmeyen iş hiç bitmeyecekse, hiç yapılmayandan daha kötüdür. Çünkü zamanınızı, emeğinizi, sağlığınızı alıp götürür.

Amerikalılar araştırmışlar: Dünya ticaretinin % 80’ini, üç defadan fazla teşebbüs edenler ellerinde bulunduruyorlar. Biz aynı yolda yürümeye kaç defa teşebbüs ediyoruz? Yola çıkıyorsunuz, bir darbe kuşatıyor sizi ruhunuzdan, yıkılıyorsunuz. Vazgeçiyorsunuz. Eserinizi yetim bırakıyorsunuz. Olan bu değil mi? Doğduktan sonra çocuğunu sokağa atan anne canavar değil midir? Eserlerimize çoğu zaman yaptığımız budur.

 

Muhammed Bozdağ'ın Düşün ve Başar adlı kitabının ana muhteviyatıdır.

Bu kitabı okumanızı tavsiye ederiz. İnanın çok şey kazandıracak sizlere.